yolcu

20.1.11

YOL 1

Herkesin bir yolu vardır. Benim yolum biraz farklı, ben öyle bembeyaz kağıtlara kurşunun sırrını dökemem, ben hayatın kalbine uzanan yollarla sırdaşım.

Yollar içerisinde binlerce şey barındır; yolculuklar, yoldaşlar, sayısız sınavlar ve zor dönemeçler, sarp kayalıklar, bir ucundan diğeri görünmeyen vadiler, dağ yamaçları, dereler, akarsular ki akar sular hep yolunu bulurlar.

Vedalarımız, yolların sonunda kavuşmalarımız olur. Bazen yollar içten içe bizi yiyip bitirmeye çalışan bir hasrettir, şu hayatta bir hasretler özlemler bitmez ki onladır bizi ayakta tutan yolların bitmek tükenmek bilmeyen uzantısında bize umut veren hep o yollarımız. Arada sınırsız engeller olsa da biz bu yolun yolcusuyuz ve hiç yılmadan usanmadan ilerleriz, dönen dönsün yolunda biz dönmeyiz yolumuzdan.

Orda hayatı, orda benliğimizi, orda her şeyi sınarız. Sınarız ki yarın bir gün yüzümüzün aynasına hiçbir şey gölge düşürmesin. Ardımızı da önümüz kadar, bu günümüzü de yarınımız kadar aydın olsun, dostu düşmanı ayırt edelim.

İki nokta arası bir çizgi yalın bir mesafe değildir yol.

Çünkü o hep umuda yolculuktur.

Çünkü yol kutsaldır.




BÜTÜN YOLCULUK BOYUNCA HASRET AYRILMADI BENDEN

Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden

Gölgem gibi demiyorum

Çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da
Ellerim ayaklarım gibi de değil

Uykudayken yitirirsin elini ayağını
Ben hasreti uykuda da yitirmiyordum

Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
Açlıktı, susuzluktu demiyorum
Sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil
Giderilmesi imkânsız bir şey
Ne sevinç ne keder
Şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz
İçimdeydi dışımdaydı
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
Zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan hasretten gayrı.

Nazım Hikmet Ran



18.9.09

bir yoldur göçebe hayatlar




ahmet esmer'e teşekkürler




Çoluk çocuk, genç-yaşlı kadınlı erkekli bir insan seli ve kağnılardan oluşan bir toz bulutu yarı ağlamaklı çoğu ağlamaktan bitap bir kafile halinde ilerliyorlardı. Sarı kafasında iki küçük koyu nazar boncuğu parlayan Salih bütün bu olup bitene ve biteviye giden yola anlam veremeden anasının sırtında sessizce ağlamadan izliyordu gökyüzünü. Bir yere yetişecekmişçesine telaşlı olmasalar da bir an önce oldukları yerde olmamalıydılar, gitmeliydiler gece gündüz, nereye gittiklerini çok azının hatırladığı ve birçoğunun hiç bilmediği o yere doğru. Güçleri tükenene değin gidebildikleri kadar hiç durmadan gitmeliydiler. Yol bitmek bilmiyordu. Yorgundu insanlar hiçbir yere gitmek istemeyecek kadar, yinede gitmeliydiler, birçoğunun o hiç bilmedikleri yere. Gitmeliydiler istenmedikleri o yerden.
Ali’den olma Emine’den doğma küçük Salih yol alıyordu akıbetini hiç bilmeden Gülcemal’e doğru yol alıyordu tüm kağnılar ve yangında ilk kurtarılacak anılarıyla beraber insanlar. Derken tükendi bazıları, tükendi kağnı arabalarını çeken hayvanlar, kıyı görülmeden sığınılacak limanlar ardılar. Birçoğu dayanabilirken dayanamayanlarda oldu bu ansız amansız yolculuğa, yarı yolda kalanlar oldu. Uyandığında küçük Salih bir an yalnız sandı kendini şu koca dünyada. Hissedemedi sıcaklığını anasının. Bir kağnıya bindirilmişti solgun bedeni Emine’nin kenara sokuşturulmuş bebesiyle beraber kat edecekti geri kalan yolu. Çok sürmedi Salih’in kağnıdaki yolculuğu. Aldılar yengesine verdiler, ardından ağabeyi taşıdı. Bir süre sonra elinden kim tutu kim sürükledi bilinmiyor. O koca iki mavi göz hep birilerinin yakasına koluna kanadına bir nazar boncuğu gibi ilişip devam ediyordu ilerlemeye ta ki sahibi yorulup devredecek birini bulana dek. Kim tutuyordu elini en son kim çekiştiriyordu küçük bedenini bilinmeze doğru artık umurunda değildi küçük Salih’in kimse durmuyordu, o da durmamalıydı. Yolda kalanlar vardı, yola çıkamayanlar gibi yolun sonunu göremeyecekler gibi. Ağlıyordu tüm bebeler ve çocuklar açlıktan, az kalmıştı doyacaktı karınları, bir parça çavdar ekmeği ve suyla, az kalmıştı o sığınılacak limana…